Bir şeyleri belirli bir amaçla yararlanmaya başladık. Yani artık bize kullanıcı deniyor. Peki bunu yaparken ruhumuz ışıkla mı doldu yoksa garip bir ürperti mi geldi? Ne hissediyoruz? Ne deneyimliyoruz?
Mutlu muyuz, mutsuz muyuz? Yaptığımız şeyi yapmaya devam eder miyiz? Bir daha yapar mıyız? Bunun için para verir miyiz? Başkalarına “Sen de yapmalısın, efsane bir şey bu” der miyiz? İşte bunları da yaşadığımız deneyimin kalitesi söyler bize.
Elbette ki şu an sınırlandırılmış şekilde anlatıyorum. Yoksa bahsettiğim deneyim; kullandığım cihazın görüntülenebilir alanında, parmağın ulaşabileceği noktasındaki yuvarlak kenarlı düğmenin kırmızı renginin ve üzerinde yazan mesajın daha önce yaşadığım hangi anımı canlandırdığına kadar giden uzun bir yolculuk.
Evet güzel bir tanım oldu;
Yolculuk
Bizim görevimiz de bu yolculuğun sorunsuz ve keyifli geçmesini sağlamak. Kullanıcı’nın elinden tutmak. Oradan değil buradan gidersen ayağına taş değmez, koluna diken batmaz demek. Ve tabi ki onun da bize güvenmesini ve bizi dinlemesini sağlamak.
Yani beyler bayanlar, bizim görevimiz bu deneyimi tasarlamak. Tahmin ettiğiniz gibi Experience Design sözcüğü de buradan geliyor.
Gerçekçi olalım, kullanıcılarımız, müşterilerimiz hiçbir şey yapmak zorunda değiller. Onlar gelirler, bakarlar, beğenmezlerse yandaki dükkana giderler. Tek ve benzersiz olduğunuzu düşünüyorsanız bir kez daha düşünmenizi öneririm. Ben öyle düşünüyordum. Uzun süre önce. Sonra nereden bir dürtü geldiyse Linkedin üzerinde eğitim ve tecrübe temelinde bana benzeyen kişileri aramaya başladım. Bitiremedim dostlar. Bana çok benzeyen sanırım birkaç bin kişi vardı. Birçoğu da benden daha tecrübeli, daha iyi eğitimli kişilerdi.
Benim önüme ben ve onlar çıksaydı, onları seçerdim.
Yani sizin hedefleyeceğiniz şey; tek, benzersiz, eşsiz, ulaşılmaz, erişilmez, rekabet edilmez olmak değil. Silin bunu aklınızdan. Bu mantıklı bir iş stratejisi değil. Sizin hedefiniz, hatırlanacak kadar iyi bir kullanıcı deneyimi sunmak.
İşte hayır denilemeyecek sihirli şey bu. Bir kişi, sizin sunduğunuz her ne ise, sadece kaşı gözü güzel diye onu almak istemez. Onu aldığı yolculuğun da güzel olmasını ister. Girdiği mağazanın ışığına bakar. Yerlerin temizliğine bakar. Kokusuna bakar. Sıcaklığına/soğukluğuna bakar. Duvardaki resimlere ve yazılara bakar. Raflar arasında rahat yürüyüp yürüyemediğine bakar. Kendisiyle ilgilenen kişilerin gülümsemesine bakar. Kurdukları cümlelere bakar. Kendi hayat tarzıyla uyumlu şeyler bulup bulamayacağına bakar. Eğer fikre ihtiyacı varsa fikir bulabileceği bir ortamda olup olmadığına bakar. Bazen baktığının kendisi bile farkında değildir ama bakar.
Eğitimlerimde söylediğim, bana göre çok önemli bir gerçek vardır.
Sattığınız şey ürün değil algıdır.
Düzgün ifade etmeliyim. Mont satmazsınız, sıcaklık satarsınız. Bikini satmazsınız, tatil hayalleri satarsınız. Döner satmazsınız, lezzet ve tokluk satarsınız. İnsanlar ürüne değil, ürünün getireceklerine odaklanırlar. İşte bu yüzden ürünün getireceklerini, deneyimin parçası haline getirirsiniz. Bir bikiniyi arka duvarda deniz ve eğlence görüntüleri varken satmanın daha kolay olduğunu çok da anlatmama gerek yoktur muhtemelen.
Özetle; kullanıcınız her kimse, sizin denetiminiz altında akıcı bir yolculuk yapmasını sağlayıp beklentilerine en uygun ortamı yaratırsanız o istediğiniz düğmeye basmasını sağlayabilirsiniz.
Hatta eğer ki sunduğunuz şeyler buna uygunsa o düğmeye tekrar tekrar basmasını da sağlayabilirsiniz. Doğru deneyim tasarımının ödülü işte budur.
Ates Evren Aydinel
Engineer. 22 years white collar. Financial digital projects manager. Guest lecturer at various universities and institutions. Consultant. Book writer and publisher. Founder of Ates Experience Design.